Herkes aşk ister. İstemiyorum artık benden geçti diyenler, aslında umudu kalmamış olanlardır. Yaş kaç olursa olsun, aşk kalbi ısıtır, yüzü güldürür, kalbi çarptırır.
Aşkın çok çeşitli halleri vardır. Beğenmek, hayran olmak, istemek, arzulamak gibi birçok duygu aşk diye tanımlanır
çoğu zaman.
Bu duygular ya zaman içinde kaybolur gider, ya da süzülür, rafine bir hale gelir ve sonsuza kadar kalır içimizde.
Artık “O” kişi ya da “O” aşk bizimledir bir ömür boyu. Şekli ne olursa olsun, zaman, mekan ve cinsiyet kavramından bağımsız olarak vardır. Sadeleşmiştir, durulmuştur ve oradadır.
Dinlediğimiz şarkılarda, şiirlerde ansızın ortaya çıkar. Nedenli nedensiz hatırlarız O’nu ya da O’nunla yaşadıklarımızı. Efkarlanır, efkarın tadını çıkarırız bir çilingir sofrasında.
Ah o EFKAR… Almancada karşılığı olmayan kelime.
Berlin’de yaşadığım dönemlerde, bir şiir gecesinde Orhan Veli’den bir şiir okundu. Şiirin adı “Efkarlanırım” idi.
-Mektup okur efkarlanırım
-Rakı içer efkarlanırım
-…….
diye devam edip gidiyordu şiir. Hep birlikte araştırmış ama bulamamıştık efkar kelimesinin tam karşılığını Almancada. Alman arkadaşımız Matthias bizim anlattıklarımızdan yola çıkarak “melankoli” diye tercüme etmişti efkarı ama olmamıştı işte…Melankoli efkarı tam olarak anlatamamıştı. Bizim Matthias takmıştı bu efkar kelimesine.
Bizim açıklamalarımız sonucunda, ne olduğunu anlamıştı anlamasına ama neden Almancada karşılığı olmadığını bir
türlü çözemiyordu. Akabinde Almanları sorgulamaya başladı. “Acaba biz Almanlar duygusuz insanlarız da bu yüzden mi bu kelime bizde yok.” demeye başladı.
Günlerden bir gün üniversitenin kantininde oturuyorduk arkadaşlarla. Matthias geldi ve “Ben efkar oldum” dedi. Hepimiz gülmeye başladık. Cümleyi Almanca kurmuş, efkar kelimesini de Türkçe olarak kullanmıştı. Gülmüştük ama ne demek istediğini de anlamıştık. Matthias aşık olmuştu. Matthias’ın babası diplomattı. Matthias sekiz yaşlarındayken, babası Şili’de görev yapmış. Matthias’ın Şili’de hiç arkadaşı yok ve kendini çok yalnız hissediyor. Bu dönemde Matthias’ın ailesi, Şili’li bir aileyle yakın dost olmuş ve ailece görüşmeye başlamışlar ve Matthias da, kendi yaşlarında olan aile dostlarının kızı Camila ile yakın arkadaş olmuş. Bu küçük esmer kız, Matthias’a Şili’nin başkenti Santiago’yu sevdirmiş, vatanını ve arkadaşlarını özleyen bu küçük sarışın çocuğa yol arkadaşı olmuş ve aralarında sıkı bir dostluk kurulmuş. İki senenin sonunda, Matthias ve ailesi, tekrar Berlin’e dönmüşler. Aradan geçen yıllar içinde ara sıra haberleşmişler Camila ve Matthias ama hiç görmemişler birbirlerini. Yaklaşık on yıl
sonra, Camila, Berlin Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünde okumak üzere Berlin’e gelmiş ve Matthias’la
yolları tekrar kesişmiş. Ara sıra görüşmüşler, kahve içip sohbet etmişler ve sonunda Matthias, Camila’ya aşık olmuş.
Aşık olmuş olmasına ama aşık olduğu kızın bir erkek arkadaşı varmış.
İşte ondan sonra olanlar oldu ve Matthias efkarın dibine vurdu. Erkek arkadaşı olan bir kıza gidip de “Ben seni seviyorum” demeyi gururuna yediremediği için Camila’ya açılamadı ama biz her gün Camila’yı ve ona olan aşkını
dinledik Matthias’tan. Aradan tam iki yıl geçti ama Matthias’ın aşkı bitmedi. Attila İlhan’ı öğrendi bizden. Almancaya çevrilmiş şiirlerini okudu. Hatta ufak tefek besteler yapmaya başladı akustik gitarıyla.
Veeee iki yılın sonunda, Camila sevgilisinden ayrıldı. Dört ay kadar sonra da, Matthias Camila’ya ilanı aşk etti. Küçük yaşta başlayan dostlukları aşka dönüştü. Bu arada Matthias da, alman ulusunun duygusuz olmadığının ve
efkarlanabileceğinin iyi bir örneği oldu olmasına ama gel bir de bize sor neler çektik bu iki senede?
Camila ve Matthias erdi muradına, biz çıkalım kerevetine. Çıkalım çıkmasına ama isterseniz biraz düşünelim
Matthias’ın aşkı üzerine.
Matthias, Camila’yla birlikte olamasaydı bu aşk değerinden bir şey kaybeder miydi acaba? Hiç sanmıyorum, çünkü biz aslında içimizde ki aşkı severiz. Aşık olabilme yetimizi, umudumuzu severiz. Gerçek aşk gözlerimizi yaşartır.
Gerçek aşk bizdeki iyiyi ortaya çıkartır ve ışık saçmaya başlarız.
Bunun yanı sıra, çok iyi biliriz ki aşık olmak değil, aşka sahip çıkmaktır mesele. Aşka sahip çıkmak ise sonsuza kadar
birisiyle birlikte olmak değil, sonsuza kadar yaşanılan aşka sahip çıkmak ve bedeli ne olursa olsun vaz geçmemektir.
Hani şu Tahir’le Zühre meselesi gibi;
“Seversin dünyayı dolu dizgin ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden………
Nazım Hikmet Ran
Melda Özer / mozer@dwturkiye.com / @mozer2401